
Metin, özü itibarı ile bugüne kadar BM tarafından sunulan
veya çeşitli zamanlarda liderlerin ortak açıklamalarla deklare ettikleri
kapsama, büyük bir derinlik sağlayan, onlardan farklılaşan bir metin değil.
Metin; özü itibarı ile müzakerelerin hangi esaslar üzerinde yüreyeceğini net
bir şekilde belgeleyen, asla SOYUT
olmayan, SOMUT bir çerçeve
niteliğinde ama bu çerçevenin ötesine de geçmemektedir. Her kesimin de
belirttiği gibi ; bu bir nihai antlaşma değil, ona ulaşılabilecek bir ilk adım
bir fihrist özelliği taşımaktadır. Çok sıkça birçok kamu paylaşımında
belirttiğim üzere metin üzerinde 3. tarafların arabulucu olarak devreye girmesi
biraz gecikse de birçokları için hezeyan
yaratan bu durum benim açımdan aslında beklenen idi.
Metinde aslında önemli iki detay var ve bu detaylar içerisinde,
kanımca, Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun belgeyi ‘soyut’ olarak değerlendirmesine yol açan, içerisinde tek egemenlik ve tek
vatandaşlıkla ilgili bölümün son cümlesine dikkat çekmek isterim. “BM Şartı çerçevesinde tüm Birleşmiş
Milletler üyelerince yararlanılan egemenlik şeklinde tanımlanmış tek egemenliğe
sahip olacak ve (bu egemenlik) Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler’den eşit
olarak neşet edecektir.” Bazı analistler, ‘BM üyelerince yararlanılan egemenlik’ kavramından dolayı, Garanti Sistemi’nin
geçerliliğini yitireceğini söylemektedirler. Esasında, ayrı bir uluslararası
sözleşme ve dolayısı ile ayrı bir uluslararası hukuk olan Garantilerin nasıl
ortadan kalkabileceğinin şartları, uluslararası hukukta mevcuttur ve bu cümlenin
buna yol açabileceğini düşünmemekteyim.
Çok Vitesli Müzakere Süreci
Metinin önemli olarak adleddiğim ikinci yanı ise güven
artırıcı önlemlere verilen özel önemdir. Bu da bizi süreç içerisinde “çok vitesli” bir müzakere ortamına
sokma ihtimalini yükseltmektedir. Bununla ilgili bazı tesbitlerimi zaten yazının bundan
sonraki evrelerinde paylaşmaya çalışacağım.
Yukarıda bahsettiklerimiz esasında olayın teknik kısmıdır ve
teknik kısımlarla ilişkili olarak, konuyu takip edenler açısından, bilinmeyen bir
şey yoktur, herşey açıktır. Metin ortadadır, sürecin nasıl cerayan edeceği bu
çerçevede belirlenmiştir… uluslarası aktörlerin aldıkları pozisyonlar…Türkiye’nin
yeni Ortadoğu dizaynında konumlandığı/konumlandırılacağı yer…Kıbrıs ve
İsrail’in doğal gaz ve petrol rezerveleri ile ilişkisi..Yani, toplumlar için,
bilinmeyen ve merak uyandıran siyasetin ta kendisidir. Metnin tarafımıza ayrıca
belirtmediği ama her iki tarafı da ne mutlu ne mutsuz eden bir diğer saptaması
da görüşmelerin belli bir yapılandırma içerisinde cerayan edeceğidir. Zaman tahditlenlerine
karşı çıkanların da kendine pay çıkarabileceği ama zaman limiti konusunda ısrar
eden Türk tarafı açısından ise
yapısallığı buna dayandırabileceği bir ortam yaratılmıştır. Her iki tarafın
müzakerecisi sanırım bunun altını doldurmak için ilk mücadeleyi vereceklerdir.
Uluslararası
selamlamalar
Facebook’ta doğum günü kutlar gibi, uluslararası aktörlerin
neredeyse tümü, başlayan görüşme sürecini selamladı, aralarından ABD
oldukça başkalaştı, doğrudan Güven
Artırıcı Önlemler bakımından Maraş’ı işaret etti. Bunun, müzakerelerin nasıl seyredeceğini bize göstermesi
bakımından da oldukça anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Bu satırların yazarı olarak, bir çok televizyon programında
görüşümü ifade ederken, kapsamlı çözüme doğru gidişte ara formüllerin, hem
Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların ortak çıkarları, hem de uluslararası
aktörlerin çıkarları doğrultusunda gerçekleşme ihtimali üzerinde önemle
durmuştum, halen de durmaktayım. Müzakere süreci içerisinde bazı ara antlaşmalar
gündeme gelebilir, bunların başında ise Maraş,
Mağusa Limanı ile ilgili yeni düzenleme ve Lefkoşa Havaalanı’na ilişkin bazı
gelişmeler yaşanabilir. Bunlar pek tabii ki bir hipotez.
Dönemin en kritik noktalarından biri de, Kıbrıs Türk tarafı
adına müzakereci olarak Sn. Kudret Özersay’ın atanması olarak gösterilebilir. 2
yıl önce, sivil toplum oluşumu ve söylemleri dolayısı ile Cumhurbaşkanlığı ile
yollarını ayıran Özersay, sürece yeniden monte edildi. Bu Cumhurbaşkanı’nın bir
hamlesi mi, yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hamlesi mi, bilinmez ama, bana
kalırsa Sn. Eroğlu, Türkiye’yi iyi okudu ve Türkiye’nin güvenebileceği bir
kişiyi, kendi pozisyonunu güçlendirebilmek adına yeniden görevlendirdi. Aksi
halde, çok yüksek oranda süreç içerisinde Sn. Özdil Nami daha belirleyici bir
rol oynayabilecek ve Türkiye’de bu yönde bir tavır ortaya koyabilecekti. Sn. Eroğlu,
bu hamlesi ile bir taşla birkaç kuş
vurabilmeyi başarmıştır.
Bugün çözüm güçleri açısından değerlendirilmesi gereken konu,
X veya Y’nin hangi pozisyonda bulunduğundan öte, o pozisyonda nasıl ve ne yönde
hareket edeceğidir. Ayrıca, mümkün olan en geniş fikirsel yeterlilikte,
insanların bu süreçte aktif rol oynayabilmesinin yolu açılmalıdır. Bu Sn. Nami
ve Sn. Özersay’ın birbirlerini
ötekileştirmeden gerçekleştirmek zorunda oldukları bir çoğulculuk
görevidir.Ayrıca çözüm perspektifini geniş tutma bakımından, farklı siyasi
aktörlerin müzakere heyetine doğrudan katkı yapmalarının yolu açılmalı,
karşılıklı etkileşim başarılabilmelidir.
Bir sonraki yazımda, ‘Bu kez Çözüm olur mu? Farklı ne var? Uluslararası
aktörler neden çok istekli? Sivil Toplum ve paydaşlar sürece nasıl müdahil
olmalı?’ ve siyasi arenanın bütününe ilişkin değerlendirmeler yapmaya
çalışacağım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder