İnsan ihtimaller denizinde, engin ve uçsuz bir seçenekler silsilesinde, üstelik kapitalizm ya da başka bir sosyo-politik bir nasiplenmeden değil, tamamen ruhsal…
Hayatın her dönemecinde özellikle de tam “sade”’likten ve “dingin”’likten nasipleneceğinizi düşündüğünüzde, yüreğiniz kocaman olur, “ bu değil ki arzulanan, bu ben değilim ki!” derken, “ben kimim, neyim, nerdeyim ve nerede olmak istiyorum” sorgulaması, sizi hayatın en derinine belki de yüzleşmekten korktuğunuz bir bataklığa sürükler.
Bazen gülersiniz, içiniz sımsıcak olur, bir yağmurlu günün akşam üstünde, sokaklara kendinizi bırakmak ve yürümek, yalnızlığın kollarına atlamak, soğukluğun sıcaklığına varmak için yürümek istersiniz, bu yolculuk dingin bir yol sağlamaz, daha da derinleştirir acılarınızı, ızdırap yüküdür o yol…
Gece karanlığı biyoljik değişime uğramayanların neşesi değildir, hüznüdür, biyolojik değişime uğrayanlar da çok benzer durumları sel gibi yaşarlar, halbuki sizin kanınızın rengi biyolojik değişimin ötesindedir, sizin sesiniz hepsinden kısıktır, bağırmak çözüm değil, susmak ağlamaktır aslında, ağlamayı başaramayanlar için…
İhtimaller sarmalında yaşamak acıdır, tek bir seçenek yoktur, bırakıp gittiğiniz dünya, belkide en çok bırakacaklarınız için değil, bırakmayı zorlaştıranların yansımasından korkulduğu için zordur, hayat vuk-u bulmuştur, siz seçiminiz yapmış ama seçim sizi derin bir yalnızlığa sürüklemiştir, hal bu olmayacaktı derken; hal, hayat ve durum aslında budur ve siz düşündükce batarsınız, düşünmenin girdabında boğulursunuz, kusamaz içinize tükürür sonra da ondan bir gülümseme yaratırsınız dudaklarınız arasından çıkan sıvının mikropluğundan tiksinmeden…
Ardından yüzünüzü kamuflajlandırırsınız, sizin “o” olmadığınızı göstermek için, ben olmak isterim dersiniz bozarsınız, bozduğunuz ferahlamış, ruhunuz kararmıştr, ruhsuz bir yüzün aynasında kendinizi değil başkasını görürüsünüz, saçınız size aittir ama başkaları için jölelenmiştir…
Bir mutluluk var, koşayım dersiniz, pranganız çok ağırdır, ayağınızla bir bütündür, çekerken yüktür, otururken hissedilmez, ama otururken hissetiğiniz ağırlık uzandığınızda başlar, gece korkarsınız, pranganın düşüşünden, çünkü sizde düşersiniz, anahtar yok mu? Vardır ama anahtar için böğrünüzü yarıp, kendinizi ameliyat etmeniz gerekir, bir operator olmadığınızı bilirsiniz, bir kaç kez de denersiniz, o kadar acıtacağını düşünürsünüz ki, prangaya bir daha yapışırsınız “zorlama ben senininim” der size, siz ise prangayı seversiniz, erksiz bir operatörün hastayı yaşatma umuduyla…
Damlar gözyaşları, bir bir kalbinize, sizin değil o yaşlar bilirsiniz, çünkü siz artık ağlayamazsınız, kurtuluşu olmadığını bilenler ağlayamazlar, kurtuluş için gözyaşları dökülür, kalbin tam ortasına, sizden değil ama…
Mutluluktan, ordan gelir gözyaşları, ulaşmayacağınız mutluluktan, derdest ettiğiniz ondan, bitap ettirdiğiniz aşktan ve hayatdan…
Kan revan içinde bırakırsınız kendinizi, o yaraları mutluluk, aşk ve hayat sarsın istersiniz, döktüğü gözyaşları tamir edemer mi bilinmez ama size sürdüğü her merhem ondan bişey götürür, çünkü onun gıdası sizdedir, sizde ise onu yaşatacak hiçbirşey kalmamıştır, siz bitmiş, siz gebermiş, siz ruhunuzun esaretine yenilmiş, ucube ve iflah olmaz bir hastalıklı varlık olursunuz…
Omuzlarınızın kaldırabileceği gücü bilmezsiniz, melek ve şeytanın ağırlığından değil sizin basiret veya basiretsizliğinizden, üzmedikleriniz yüzünden üzülmelerinizden ve üzmenizde…
Çok seçenekli bir dünyada C şıkkı ile başladığınız yolda alfabeyi tüketemden kalırsınız, oysa ne kadar güzeldir harfler, sözcük yapamazken de…
İhtimaller denizi, sizindir, siz ihtimallerinizi, ihtiyatla, itina ile değil, hayatla yaşayın, böyle değil…
Aslında bendeki yağmurlu hava biraz daha farklı sanki, sanırım elimde şemsiye olsa bile başımın üzerine koymadığım bir ruh halindeyim.
YanıtlaSilOlaylar..olan şeyler yani, oldurduklarımız, olmasına izin verdiklerimiz hayatımızı belirliyor.. Aslında kendi ağırlıklarımızla, kendi ördüğümüz duvarlar arasında sıkışıp kalıyoruz; hatamız burada...
Oysa yaşam ruhumuzu öldürmeden de yaşanabilir,ama bunun bir bedeli olduğu kanısındayım.. önce bir süre dipte kalmalı.. gerçekten ihtiyaç duymalı insan "yaşam"a.. sonrasında gözyaşını da seversin, kırılan kolunu da, yaralanmış dizlerini de, insanları da, özgürlüğü de,ölümü bile seversin..
Aslında ulaşılamayacak mutluluk yoktur. Kaybedecek hiçbişeyimiz kalmadığında bile.
Evet, zaten belli bir psikolojik dönem itibari ile yazılmış bir dışa kusum yazısıdır bu.
YanıtlaSilYani, herkesin için farklı gelişen haytaların genel yazılmış bir içsel dökümüdür. Ve Katılıyorum sevebileceklerine kırılan kol da olsa diz de, emekle harcadığın "hayat"a dair veriler onlar...
Ulaşılacak mutluluk arayışıdır zat-i....