Merhaba

Hep zor olmuştur benim için selamlama, kime ve ne için ya da hangi samimiyetle? Sıkılgan bir merhaba demek çok bir anlam taşımasa da merhaba... Belki biz bize yazıp okuyacağız, belki de buradan kişisel duygularımı burayı bilenlerle paylaşacağım, o yüzden önce kendime merhaba...







17 Mayıs 2011 Salı

“Barış, sponsored by Orphanides ya da Casino’s?”

Adadaki her iki halk gerçekten barış istiyor mu? Bu, her iki toplumun penceresinden politize olmadan bakılınca ne ifade eder? Ne kadar çok etkileşim var her iki toplum arasında acaba? Bu iki toplum ya peki  barış istemiyorsa? Ne kadar da cevaplaması güç konular...
Ama benim ilginç bulduğum sponsorlukla dayatılan “barış” fenomenidir ve her iki toplumun bir birine olan kayıtsızlığıdır. 
Düşünebiliyor musunuz yanı başınızda başka bir dilde konuşan bir gürüh var ama her iki topluluğun da %90'ı zahmet edip o lisanı öğrenmeye bile çalışmıyor!. 
Çok fena kafamı kurcalar bu durumlar, hani ucunda para olmayan bir proje filan olmasa o var olan ya da olduğunu sandığımız bir kaç iletişimde hepten yok olacak.
Barış için mücadele etmek artık sponsorlu çalışmalarla mümkün sanki, panel, çalıştay vs. hepsi farkındalığımıza farkındalık katıyor, peki sponsorsuz ilerleyen toplumlar arası yakınlaş-ma ne boyutda? Kısa bir gözlemsel analizimi aktarmaya çalışayım.
Hayatın hiçbir alanında gerçekten paylaşımda bulunmayan bu küçücük adanın kendilerine göre evsahipleri, günlük yaşantılarında, Orphanides’te kasiyerle kurdukları yarı İngilizce yarı Rumca; sırasında kasiyerin eski Sovyet Bloğu ülkelerinden gelmesi ile başlatılan diyaloğun yersiz olduğuna da son mamül kasadan geçince farkına varılan bir etkileşim hepsi! Ben bir yüzdelik yapacak olsam gerçek anlamda etkileşimde bulunan kişi sayısının %0.7’yi geçmediği tesbitini akatarabilirm. (rakam bir bulgu değil tamamen gözlemdir)
Mesela bugün sohbet etmek için telefonu kaldırıp Maria’yı arayan kişi sayısı nedir acaba? Peki Kıbrıslı Rumların kurpiyerle kurduğu ilişki ne kadar toplumlar arası ilişki olabilir. Güneyde çalışan işcilerimizin kaçta kaçının güzel dostlukları var. Hani siyasi partilerin gerçekleştirdiği sosyal ve politik eylemlilikleri geçersek kaç tane aile beraber piknik yapmış, kaçı birlikte denize gitmiştir? Şimdi bunları yazıp “ne uğraşın senda?” diyenleri anlıyorum da, onların da anlamsı gereken bir çok nokta olduğunu düşünüyorum. Yani bu kadar yıl ayrı düşmüş, zıtlık temelinde yetiştirilmiş iki toplumdan “23 Nisan neşe doluyor insan hayde sarılıp koklaşalım” (23 Nisan bilinçli yazılmış bir tarihtir) beklemek de pek doğru olmasa gerek. 
Bizim ihtiyacımız olan gerçek, sosyal hareketlere zemin hazırlayabilecek yürekli kişilikler. Sevgül Uludağ gibi; tarihle hesaplaşmanın acısını, yüzünden okuyabilirsiniz Sevgül’ün (bir anda Sevgül dedim, halbuki hep Sevgül abla derim, sanırım cümle yapısından!), ama aynı zamanda o yüzde muzafferliği de okursunuz, çünkü tarihle yüzleşmek hem acı vericidir hem de rahatlatıcıdır, inanmadığım psikologlarla olan iletişim gibi, paranız gider b.k yoluna, acı çekersiniz ama içiniz  iki damla ferahlar. Kıbrıslı Rum Duruşotis gibi, toplumlara soğuk duş verebilecek, zindanın içinde kendini sorgulatabilecek duygular enjekte etmek...
Keyfe ihtiyacımız yok, bizim istediğimiz kederi temizleyip keyiflenmek, sponsorlu geliştirdiğimiz yapay ilişkileri kalıcalaştıramadığımızdan,  etkileşim hep noksanda!
Her iki toplum itsen gitmiyor, çeksen gelmiyor ise sponsorlar ne yapsın, bir kaç golla olsun atalım diyor, nerden yapıştırsak kardır (kar olan yerden, .... esirgenmez), mamafi gollanın yapısını da bırakın sponsorlar belirlesin...
Bazılarımız geçmişte dayanışma ile ölürken barış yolunda, birilerimiz sponsorlarla dayanışma evinde “barış” arayışında! Her ikisi birbirini etkileyebilse, geçmişin kahramanlıkları buralarda yer bulabilse ne iyi olurdu değil mi? Ama bireleri ortak mücadeleyi emperyalistlere karşı verirken, emperyalistlerin gollasında bu harçların çok da fazla yüceltilmesi ne kadar “etik” olur!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder