Merhaba

Hep zor olmuştur benim için selamlama, kime ve ne için ya da hangi samimiyetle? Sıkılgan bir merhaba demek çok bir anlam taşımasa da merhaba... Belki biz bize yazıp okuyacağız, belki de buradan kişisel duygularımı burayı bilenlerle paylaşacağım, o yüzden önce kendime merhaba...







21 Şubat 2014 Cuma

‘Ortak Metin’ ve ‘Müzakere Süreci’- 2

Ortak metnin ortaya çıkması ve müzakere sürecine ilişkin yazımı bu makale ile birlikte bitirmeye çalışacağım.

İlk yazımın yayımlandığı gün, her iki lider de ortak metine ilişkin bir gün ara ile kamuoyunu bilgilendirme, kendi pozisyonlarını güçlendirme adına kapsamlı açıklamalar yaptılar. Her iki lider de, ortak metin üzerinde, resmi pozisyonlarını ön plana çıkarıp, yorumlarını bu çerçeve içerisinde tutmaya azami gayret gösterdi. Anastasiades’in “Hayır” cephesine yönelik iddialı tavrı, pek tabii ki önemli bir siyasi iradeyi göstermektedir.  Sn. Eroğlu da kendi cephesinin “şahsına” ilişkin (klasik hayır cephesi) desteğini almanın rahatlığı ile daha rahat bir pozisyonda sürece dahil olmakta ve açıklamalarını yapmaktadır.
Bir çözüm mümkün mü?
Ortak metin bir çözüme gidelebilecek yol haritasını belirlerken, 40 seneden beridir sürdürülen görüşmelerde, tarafların hangi konularda uzalaşabileceği, uzlaşamayacakları noktalarda arabulucuların yaptıkları öneriler, hatta kapsamlı çözüm planı olarak, her iki tarafta oylanan ‘Annan Planı’ büyük bir referans teşkil edecektir.
Süreci esasen belirleyecek olan, bulunduğumuz coğrafya ve etrafında şekillenen gelişmelerdir. Bu bağlamda ayrı bir başlıkta petrol ve doğalgazın süreci nasıl etkileyebileceğini ifade etmeye çalışacağım. Bir çözümün bu kez mümkün olabileceğini gösteren ekonomik ve siyasi gelişmeleri iyi irdelememiz gerekmektedir. Bu noktada, Kıbrıs’lı Rumların önde gelen ekonomistlerinin, bulundukları darboğazı kısa sürede aşabilmelerinin en kestirme yolunu, bir çözümde görmekte olduklarını belirtmekte fayda var. Kıbrıs Rum kesimini irdelerken, AKEL ve Kilise’nin sürece yönelik yaklaşımlarının da hayati olduğunu belirtmekte fayda var. Kilise, bu kez çözüme yönelik olarak karamsar tablolar çizmemekte, tam aksine Anastasiades’in pozisyona destek vererek, DIKO’ya karşı da elini rahatlatmaktadır. DIKO  ve EDEK’in her türlü olumsuz tutumuna karşın, AKEL’in görüşme sürecine verdiği destek, Güney’de ilk kez tabana yayılabilecek ve kabullenilebilecek bir çözümü mümkün kılmakta olduğunun ayrıca bir işareti sayılmalıdır. Tüm bu olumlu havaya rağmen, halen daha müzakere masasında, heyetleri zorlu bir sürecin beklediğinin altının çizilmesinde fayda vardır.
Gelelim bizim taraftaki yaklaşımlara. Kuzey’de esen hava, kısa sürede çözüme ulaşmanın mümkün olduğu yönünde. UBP ve DP’nin iç politika endeksli flörtleşme/cilveleşme, çiftler kavgası görüntüleri bu konuyu gündemlerinin 1. maddesi olmaktan çıkarmış durumda. ‘Cumhurbaşkanı’na güveniyoruz, amma kaygılarımız var’ söylemi ile reservli destek belirterek kaygısız tutum almaktadırlar. CTP yönetimi ise yazının 1. bölümünde belirttiğim Nami-Özersay gerilimi üzerinden, süreçte daha aktif rol talep etmekte ve bazen anlamsız hale gelen, agresif çıkışları olumsuz bir havaya yol açmakta ve Talat dönemindeki uygulamaları ile de çelişmektedir. TDP ise, ilk baştan beri sürece büyük önem vermekte ve sürecin doğru izlenebilmesine yönelik olarak geniş tabanlı bir birliktelik oluşturma çağrıları yapmaktadır. BKP, YKP ve etkili sivil toplum örgütleri de, imza altına alınan metne sadık kalınarak, erken bir çözümün zorlanması gerekliliğini belirtmektedirler.
Bu siyasi ortam her iki lider ve müzakere heyetleri için olumlu bir ortam oluşturmakla birikte, izlenmesi ve değerlendirilmesi gereken önemli bir konu da Türkiye’nin pozisyonudur. Türkiye bölgede yer alan doğal gaz ve petrole karşılık, su kozunu oynayarak adımlarını atmıştır. Türkiye’nin bölgede izlediği çözüm politikasının, bununla paralellik taşımakta olduğu da bir aşikardır. Su’ya sahip ve bu Su’yu Kıbrıs’a taşımayı başarabilmiş Türkiye, bölgede su konusunda söz sahibi olabilecek, ama bununla birlikte, Doğu Akdeniz’deki doğal kaynakların kullanımı ve sahipliği üzerinde etkisini artırmak da isteyecektir.  Türkiye ayrıca, doğal gazın önemli alıcılarından biridir. Sn. Erdoğan’ın iç siyasette ve ekonomik olarak yaşadığı sorunlu dönem açısından da, Kıbrıs Sorununu bitirerek Doğu Akdeniz’deki varlığını legal bir statüye sabitlemesi, bölgenin güvenliği açısından Uluslararası aktörlerin beklediği ve umduğudur da.
Gaz ve Petrol
Gaz, petrol ve bunların çıkarımında yetkili kılınan şirketlerin ciddi şekilde süreci zorladıkları ve uluslararası aktörleri hareketlendirdikleri ortada. Bir çok yerde ve birçok yetkili tarafından ortaya konan İsrail-Kıbrıs – Türkiye Doğalgaz Petrol Boru Hattı, mümkün olabilirse herkes için en düşük yatırım maliyetiyle, en hızlı çözüm alternatifi olarak değerlendirilmekte. Bazı analistler (Sn. Cemal Aslan- University of Manchester Petroleum Geologist-University of Aberdeen MBA Integrated geology of oil and gas)  ise, bunun çok büyük bir rüya olduğu görüşünde. Gerek, Doğu Akdeniz’de bulunan aktif fay hattının, gerekse de derinliğin böyle bir projeyi mümkün kılmayacağı görüşünde. Bu durumda, Türkiye için geçerli olanları bir önceki paragrafta izah etmeye çalışmıştım. Kasulides’in önceki gün Daily Telgraph’a yaptığı açıklama aynen şöyledir :“Bölgede faaliyet gösteren şirketler, Noble Energy, ENI ve Total gibi gruplar Türkiye’nin gerçekten kendilerini engelleyeceğini düşünselerdi, buraya milyarlarca dolarlık yatırım yapmazlardı.” Ayrıca gazete, Kıbrıs açıklarında büyük doğalgaz rezervleri olduğunun sanıldığını ve bunun “Yüzyılın en büyük doğalgaz kaynağı keşfi” olduğunu da belirtti. İtalyan, Amerikan ve Fransız şirketleri bölgenin tam hakimi konumundadırlar.  İsrail ayrıca, boru hattı olayını hiç gündeme getirmemekte ve sıvılaştırma tesisi üzerine yoğunlaşmaktadır. Burada sorun, bölgenin istikrarı ve Türkiye’nin Uluslarası Deniz Hukuku sözleşmesini imzalamamasından dolayı, bu bölgede hak iddia ediyor oluşudur. O yüzden, çözüm şirketler açısından da önemlidir. Bu durumda petrol ve doğal gazın şu anki konumunda bir katalizor görevi gördüğünü, ama içerisinde büyük tehditler de barındıran tehlikeli bir oyuncak olduğunu pek rahatlıkla belirtebiliriz.
Ne yapmalı, nasıl müdahil olunmalı?
Büyük şirketler veya uluslarası aktörlerin tutumu ne olursa olsun,  her iki toplumun çıkarına da olabilecek bir uzlaşıya varılması için en geniş tabanlı bir “çözüm ittifakı” kurulması teşvik edilmeli ve bunun için çalışılmalı. Karşımızda çözümsüzlüğün bu ülkede adı ile eşdeğer bir Cumhurbaşkanı yer almaktadır. Bugünkü pozisyonunu, Türkiye’nin baskısı ile aldığını sağır sultan bile bilmektedir. Öte yandan, Kıbrıs’ın Güneyi’nde her an canlanabilecek çözüm karşıtı ittifakların da etkisizleştirilebilmesi her iki toplumun ortak aklını ön plana çıkarmasından geçmektedir. Bu yüzden,  çözüm odaklı siyasal partiler, sivil toplum örgütlerinin, her iki toplumda etkili olabilecek bir şemayı kurarak yürütmesi bu dönemde oldukça yararlı olacaktır. Bu, hem Kıbrıs’taki her iki toplumun çıkarlarının  gözetilmesi, hem de uluslararası sermayenin rolünün kısıtlanması ve baskılarına karşı bir kalkan görevi yürütecektir.
Sonuç
Net olarak belirtmemde yarar var, öngörülen gibi kısa sürede bir çözümü zor olarak görmekle birlikte, imkansız da adletmemekteyim. Kısa vadede, bazı güven yaratıcı önlemler üzerinde uzlaşılabileceğini düşünmekte ve siyasi ortamın bir çözümü mümkün kılmakta olduğunu ve bu sürece toplumların katılımının çok derin öneme haiz olduğunu belirtmeliyim.
Bu iki uzun yazıyı üşenmeyip okuyan herkese de teşekkür ederim. Bundan sonra daha kısa ve öz yazılara döneceğimi ummaktayım. 

1 yorum:

  1. Görüşlerinize katılıyorum... Süreç kendi başına bir çözümü doğurmaz. İki toplumun aktif rol üstlenmesi, iç dinamiklerin hayata geçmesi gerekir.

    YanıtlaSil