Merhaba

Hep zor olmuştur benim için selamlama, kime ve ne için ya da hangi samimiyetle? Sıkılgan bir merhaba demek çok bir anlam taşımasa da merhaba... Belki biz bize yazıp okuyacağız, belki de buradan kişisel duygularımı burayı bilenlerle paylaşacağım, o yüzden önce kendime merhaba...







8 Kasım 2010 Pazartesi

Donduk mu ey barışcılar?

Felaket bir Cuma’nın ertesinde, kötü bir haberle güne uyanmak daha da kedere yatırdı...Mücadele arkadaşım diyeceğim çünkü bana abiden çok arkadaşlık yapmış olan Özal Ziya’nın oğlu bir barış etkinliğinde bıçaklanmıştı. Sertunç barışı seven, sevme ötesinde barış için aktiviter yapan bir arkadaşımızdı ve bizi derinden etkileyen de buydu zaten, barış sanki bıçaklanmıştı...
Irkçı, faşist uygarlıktan nasibini almamış mı dersiniz ne derseniz deyin, cahil ve hakimiyetçi bir anlayışın temsilcileri ile ırkçılık karşıtı hareketleri karşı karşıya getirmekten korkmayan Rum polisi, anlaşılan AB üyesi olduklarından mütevveli bu tür olayların “kansız” biteceğini, medeniyet içerisinde yabancı karşıtları ile entegrasyoncuların sorunsuz “mücadele” şarkıları söyleyeceğini mi düşünüyordu?
Evet, basit bir futbol maçında bile birbirine tahammülü olamayan bir topluluğun bazı üyelerinden bahsediyoruz aslında. Bunu engellemek için çok büyük bir sistematik hazırlık ve toplum dönüşümü için çaba sarf edilmediği gerçeği de ortada, bazı sivil toplum örgütleri haricinde hükümetler bu tür gruplara karşı çok toleranslı ve bu illeti  yok edebilmek için de herhangi bir politikaları yok. Hem de kimin? Hükümeti ortağıyla elinde bulunduran AKEL ve içişleri bakanlığının. Komunizm değerlerini son yıllarda batılı tipte sosyalizm anlayışına çevridiğini düşünen bir partinin.
Şimdiki  İçişleri bakanının müthiş cümlelerle dolu 2000 yılındaki bir yazısından alıntılar yapalım ırkçılığa ve şövenizme karşı.
Ne diyor Neoklis Silikiotis bu yazısında, “Avrupa’nın birçok ülkesinde eğitimde, ulus merkezci bir eğitimden çok kültürlü bir karaktere geçiş amaçlı önlemler ve değişiklikler  yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Kıbrıs’ta ise bunun tam tersi  yönde bir işleyiş var. Her iki toplumda da okullar şovenizmin, kinin ve fanatizmin işlendiği alanlara dönüştürülüyor. Kıbrıs tarihinin tek yanlı ve sübjektif olarak öğretilmesi ile her iki toplumdan gençler daha küçük yaşlardan diğer uluslun barbarlığını öğreniyor. Öğrencilere eğitim araçları, ders programları ve ulusal günler aracılığı ile lise ve yüksek öğrenimde,  kıbrıslırumlar ile Kıbrıslıtürklerin çatışması öğretiliyor ve iki toplumun uyum içerisinde birlikte yaşadığı, geleneksel dostluk ve işbirliklerini gösteren tarihsel olaylar saklanıyor”.
Ne güzel söylemiş Silikiotis, bu satırların yazarı yani şu an ki Kıbrıs Cumhuriyeti İçişleri bakanı, bu yazısından da anlaşılacağı üzre aslında gençlerin uzun yıllardır nasıl evrildiğine dair tespit ve durum analizini yapmış bir şahsiyet, peki tüm bu gerçeklikler ışığında bu iki grubu karşı karşıya getirmek ne oluyor sayın bakan, bu öğreti ile yetişmiş bu gençlerin aynı mekanda bulundukları durumda ne gibi olayların meydana gelebileceğini düşünüyorsunuz? Hatta bu şiddeti besleyen grupların gösteri yapacağı alanda neden gerekli önlemleri aldırmıyorsunuz?
Neden barışa uzanan ellerin önünde bu  yaptırımlarınızı kullanmadınız? Yoksa "birşey olmaz nasılsa mı" dediniz, öyleyse siz 2000 yılında bu yazıyı yazarken sadece muhalif duygular beslemişsinizdir demek ki. Oysa ben siz 2000’de bu yazınızı yazdığınızda müthiş bir durum analizi demiştim.
Bakan yazısını 2000 yılında şöyle bitiriyor: “Dünyamızın her noktasında olduğu gibi Kıbrıs’ta da farklı etnik kökenli olan, farklı diller konuşan, farklı din ve kültürden insanlar barış içinde daha iyi bir gelecek için bir arada var olabilirler. Bir arada olamayacak olanlar milliyetçiliklerdir”.
Bir arada olamayacağına inanaların bu tür eylemlerine yönelik önlem sayın bakan, bir arada yaşamı savunmayanlar için yaptırım sayın bakan, milliyetçi feryatlara  bir oy uğruna şirinlik değil gereği sayın bakan, ve sayın bakan herşeyden öte bulunduğunuz yerin ağırlığı...
Peki biz ne yapıyoruz, donduk ve olayları izliyoruz, bırakıyoruz bu fırsatı kendilerine malzeme edinmiş bazı basın yayın organları tepe tepe bu durumu kullansın ve başka olaylara imza atılsın, karşıt bir kan dökülsün ve işte size isbat “biz bir arada yaşayamayız”.
Tüm bunlardan sonra bir lafda kendimize edelim, biz donup kaldıkça, mücadele isteğimiz köreldikçe, milliyetçi hezeyanlara geçit verdiğimiz müddetçe, bıçağı sallayanlar ve delenler zafer naraları atmaya başlayacak, eğer tüm bunlar barışa olan inancımızı azaltacaksa ve gücümüzü zayıflatacaksa zaten bu yola çıkmamışız demektir.  Bu yola çıkanlar bilirler ki her darbe bizi güçlendirmelidir, kenetlemelidir; hem Kıbrıslı Rum kardeşlerimizle hem de bunan inanan Kıbrıslı Türk kardeşlerimizle...
Ve bu yazıyı Marcos’la bitirelim
eğer biri sana parmağıyla güneşi gösterir ve sen de parmağa bakarsan aptalsın demektir. eğer güneşe bakarsan daha da aptalsındır, çünkü güneş gözlerini kör eder. senin bakman gereken parmakla güneş arasında uçan kuştur..."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder